İnsanoğlunun yaratılış sebebi nedir?

Cevap: Biz bu sorunun cevabına geçmeden önce, bu soruyu bir başka soru ile tamamlamak istiyoruz; o da şudur ki: Biz insanlar herhangi bir işi yapmak istediğimiz zaman, onunla kendimizde olan bir eksikliği ve ihtiyacı gidermek istiyoruz. Örneğin, tahsil yapıyoruz ki bilgi eksiklerimizi giderelim. İş, ticaret vb. yapıyoruz ki fakirliğimizi ve maddi ihtiyaçlarımızı giderelim. Ordu ve savaş malzemeleri hazırlıyoruz.ki düşmana karşı gücümüzü ve zaaflarımızı tamamlayalım. Yiyip içiyoruz ki enerji eksikliğimizi tamamlayalım. Eğleniyoruz, gezip tozuyoruz, istirahat ediyoruz ki yorgunluk, bıkkınlık vb. ihtiyaçlarımızı giderelim vs. Hatta manevi çabalarımız, nefis tezkiyesi, ruhi ve manevi makamlara ulaşma çabası, hepsi bir türlü maddi veya manevi eksikleri gidermek içindir. Öyle ki eğer bu eksiklere sahip olmasaydık, söz konusu şeylerin peşine de gitmezdik hiçbir zaman. Bunlar bizim gibi eksikliklerle dolu sınırlı varlıklar için tamamen doğal ve zaruri şeylerdir. Ama Allah-u Teala'yı biz her açıdan sonsuz, sınırsız, eksiksiz ve noksansız olarak gördüğümüze göre ve dolayısıyla alemin yaratılışına hiçbir ihtiyacı olmadığına göre, genelde bütün yaratıkların  ve özelde insanoğlunun yaratılışındaki hedef nedir?

Bu sorunun cevabını verebilmek için önce bir konuyu açıklamamız gerekir: Gayeler (hedefler) iki türlüdür:

a) Fâilî gâye  b) Fiilî gâye

 

a) Fâilî Gâye: Yani bir fiili gerçekleştiren kimsenin fiilinden umulan gaye ve hedef.

b) Fiilî Gâye: Gerçekleşen fiilin bizzat kendisinde yatan gaye ve hedef.

Biz insanların gerçekleştirdiği fiillerde, bu iki gayenin ikisi de söz konusudur. Yani hem biz yaptığımız fiilden bir hedef umuyoruz. O da (yukarıda değindiğimiz gibi) var olan eksiklerimizi gidermektir. Hem de o fiilin kendisi abes değil ve gayesi vardır. Fakat Allah-u Teala'da durum böyle değildir. Yani Allah-u Teala'nın fiillerinden kendisine yönelik bir gaye çıkarmak doğru değildir. Zira O zatı mukaddesin hiçbir noksanlığı söz konusu değildir. Ama ikinci tür gayenin isnadı sakıncasızdır. Yani Allah-u Teala'nın fiillerinin kendisi tabi ki bir hedef ve gaye taşımaktadır. Dolayısıyla Kur'an ve Sünnette Allah-u Teala'nın insanoğlunu neden yarattığına dair yapılan açıklamalar, fiilin gayesine yöneliktir, fâilin değil. Fâil açısından ise yaratılışın varlıktan başka bir manası yoktur. Yani alemdeki varlıklar yaratana bir faydası olsun diye değil, kendileri için mümkün olan kemallere ulaşsınlar ve potansiyel olarak sahip oldukları kuvve ve kabiliyetleri fiiliyata dönüştürsünler diye yaratılmışlardır. Dolayısıyla yaratılışta faili değil, fiili hedef elbette vardır; nitekim Allah-u Teala bizzat Kur'an'da bunu değişik yerlerde değinmiştir. Örneğin bir âyette şöyle buyuruyor:

"Bizim sizi boşuna yaratığımızı ve bize bir daha dönmeyeceğinizi mi sandınız?" (Mu'minun, 116)

Yine şöyle buyuruyor:

"Acaba insan (boşuna yaratılığını) ve başı boş bırakılacağını mı sanıyor?" (Kıyamet, 36)

Bu girişten sonra şimdi insanın yaratılışında yatan gaye ve hedefine olduğunu âet ve hadislere dayanarak açıklamaya çalışalım:

Kur'an-ı Kerim muhtelif âyetlerde inanın yaratılışının gaye ve hedeflerine değinmektedir:

Örneğin bir âyette bunu şöyle açıklamaktadır:

"O Allah ki yedi kat göğü ve bir o kadar da yeri yarattı; Allah'ın emri onların arasına sürekli inmekte. (Allah'ın tedbir ve tasarrufuyla yönetilmekteler.) Ta ki şunu bilesiniz ki Allah hiç şüphesiz her şeye kadirdir ve Allah'ın ilmi her şeyi kuşatmıştır." (Talak, 12)

Bir diğer âyette ise şöyle buyurmaktadır:

"Biz insan ve cinni ancak bize kulluk ve ibadet etsinler diye yarattık." (Zâriyât, 56)

Bu iki ayetten çıkan sonuç şudur ki, insan itikad ve iman sahibi olsun ve bu itikad doğrultusunda iman ettiği Allah'a kulluk sunsun diye yaratılmıştır. Anlaşılıyor ki insan takamül etme ve kendini yetiştirerek mümkün olan manevi makamlara ulaşsın diye yaratılmıştır. Bu ise ancak sağlam bir iman ve Allah-u Teala'ya tam bir teslimiyet ve kulluk ile mümkündür. Başka bir ayette bu tekamül ve olgunlaşmanın her amel ve ibadetle değil, en sahih ve en güzeliyle gerçekleşebileceğini vurgulamakta ve şöyle buyurmaktadır:

"O ki, gökleri ve yeri yarattı ve O'nun kudret ve hakimiyet arşı suyun üzerindeydi. (Bu yaratılış) bunun için gerçekleşti ki sizden hanginizin daha iyi amel edeceğini sınasın." (Hûd, 7)     

Allah Resulü (s.a.a) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: "(Elinizden geldiği kadar) amel edin; zira her kese yaratılışındaki şey müyesser kılınmıştır." Bu hadisin manası Ehlibeyt İmamlarından İmam Musa Kazım (a.s)'a sorulunca şöyle buyurdu: "Yüce Allah cinleri ve insanları kendisine ibadet ve itaat etsinler diye yaratmıştır; O'na isyan ve itaatsizlik etsinler diye değil. Nitekim şöyle buyuruyor: "Biz insan ve cinni ancak bize kulluk ve ibadet etsinler diye yarattık." O'nları itaat etsinler diye yarattığı için, bu hedefe ulaşabilme yolunu da onlar için açmış (imkanlarını sağlamıştır). O halde gözlerini kapatıp, körlüğü hidayete tercih edenlere yazıklar olsun." (El-Mizan Tefsiri)

Görüldüğü gibi bu hadiste de insanların tekamül etme ve olgunlaşma için yaratıldığı ve bu hedefe ulaşmak için her türlü imkanın da kendisine sunulduğu vurgulanmaktadır.

Akli olarak da olaya baktığımızda, akıl açısından yaratılış mümkün varlıklara yapılan bir lütuf ve feyizdir. Yani yaratılması mümkün olan bir şeyi yaratmayı ondan esirgemez. Zira o cimri değildir. Böyle bir yaratılışın zati olarak güzeldir; onu gerçekleştirmek de. Bu fiilin zatî güzelliğinden başka onda bir hedef arama gerek yoktur; zira bu feyiz, lütuf ve cömertliğin nişanesidir. Allah-u Teala "vacib-i bizzat" olduğu gibi, her yönden "vacib"dir. Bu yüzden bir şey var olma kabiliyetine sahip olursa, Allah-u Teala'nın ona vücut vermekten çekinmesi mümkün değil; zira O feyyaz-ı alel-ıtlaktır. Kısacası var olma imkanı olan her şey kabiliyet sahibidir ve lisanı hal ile Allah'tan vücut ve kemal istiyorlar. İşte yaratılış Allah-u Teala'nın eşyadaki bu imkana ve tabiî ve zatî talebe bir cevap ve onları kemale ulaştırma eylemidir. Tabi O'nun hikmetli iradesi, insan ve cinlerin kendi irade ve istekleriyle serbestçe verilen tekamül imkanlarından yararlanması (ki bütün dini ve İlahî kurallar bunun içindir), ama diğer varlıkların ise cebri ve İlahi yönlendirmeyle mümkün olan kemallerine ulaşmaları yönünde tecelli etmiştir.

Burada şöyle bir soru sorulabilir: Eğer gerçekten Allah-u Teala kulları kulluk ve ibadet için yaratmışsa, neden bazıları küfre saparak bu kulluk yolunu izlemekten kaçıyorlar? Bu İlahi iradenin hedefinden şaşması anlamına gelmez mi?

Bu sorunun cevabı şudur ki, bunu söyleyenler tekvinî irade ile teşriî iradeyi birbiri,ne karıştırmaktadırlar. Zira Bu iradeden maksat, cebri ve zoraki değil, hür irade ve seçimle yapılacak ibadet ve kulluktur. Birisi "Ben insanların ibadet etmeleri için bu camiyi yaptırdım" derse, bunun anlamı insanlara zorla ibadet ettirme değil, ibadet etmenin zeminini ve imkanını insanlar için oluşturmaktır. Allah-u Teala da insanı ibadet ve kulluk için yaratmış bunun için de her türlü imkan ve zemini onlar için oluşturmuştur. İçten akıl, duygu ve çeşitli güç ve kabiliyetlerle, dıştan ise gönderdiği Peygamberler, İlahi kılavuzlar, kitaplarla.ve dini emir ve nehiylerle. Tabi bu konuda mu'min ve kafir için durum aynıdır ve farklı değildir; ancak birisi bu imkanlardan yararlanmış, diğeri ise yararlanmamıştır. İmam Caferi Sadık (a.s) da "Biz insan ve cinni ancak bize kulluk ve ibadet etsinler diye yarattık" âyetinin tefsiri sorulunca: Allah onları ibadet için yaratmıştır" buyurdu; soruyu soran "Acaba bu bazılarına mı özeldir, yoksa genel bir şey mi?" diye tekrar sorunca, "Hayır geneldir ve herkesi kapsamına alır" buyurdu." (Bihar-ül Envâr, c.5, s.314)

Yine denilebilir ki: "Peki tekamül ve olgunlaşmanın hedefi nedir?"

Bunun cevabı da şudur ki tekamül gayelerin gayesidir (nihai hedeftir). Bunu bir misalle açıklamaya çalışlım. Örneğin siz bir öğrenciye neden tahsil yaptığını sorarsanız, "Üniversiteye girmek için" diyebilir. Peki üniversiteyi ne için istiyorsun, derseniz, şöyle diyebilir örneğin: Doktor veya mühendis olmak için. Onu da sorarsanız, toplum için faydalı olmak ve bu yolla iyi bir gelir kazanmak der mesela. Yine iyi geliri ne yapacaksın, sorusuna diyebilir ki müreffeh ve haysiyetli bir hayat yaşamak için. Bilahare  müreffeh ve haysiyetli hayatı ne yapacaksın diye sorarsan, oradaki cevap bir öncekinden farksızdır. Yani onu onun için istiyorum. O nihaî hedefimdir; gayelerin gayesidir der. Manevi hayatta da durum aynıdır. Peygamberlerin ve kitapların gelişinin hedefi tekamül (olgunlaşma) ve Allah'a yakınlaşma ve O'nun rızasını kazanmaktır. Bunun hedefi nedir diye sorulursa cevabı açıktır; Allah'ın rızasını kazanmak ve olgunlaşmak; yani bu gayelerin gayesidir. Başka bir tabirle şöyle diyebiliriz: Biz her şeyi tekamül ve Allah'a yakınlık kazanmak için istiyoruz, bunları ise özü için istiyoruz. Başka bir şey için değil. Yani bu gayelerin gayesidir. 

        

Soru 11: Gök alemi neden yedi kat yaratılmış; neden altı kat veya sekiz kat değil?

Cevap: Muhterem kardeşim, sebebi bizim için zikredilmeyen şeyleri bizim kendi kafamızdan çözmemiz mümkün değildir. Şu kadarını biliyoruz ki yaratılış düzeni "Nizam-i Ahsendir" (en güzel düzendir). Yani imkanî varlık çerçevesinde en güzelini yapmış ve yaratmıştır. Allah-u Teala. "Gök alemi neden yedi kat yaratılmış, sekiz veya altı değil diyorsun. Eğer sekiz olsaydı bu sefer de neden sekizdir yedi değil, altı olsaydı, neden yedi veya sekiz değil diyebilirdin. Kısacası neden yedi olduğu Kur'an veya sünnette beyan edilmiş değildir. Kaldı ki bunu bilip bilmememiz bize öyle fazla bir şey de kazandıracak değildir. Asıl din veya dünyamıza faydalı olan, bu yönlerdeki eksiklerimizi tamamlayacak sorular sormamız gerekir ki, bir ibadet sayılır, hem soran için, hem de cevaplayan için.

Bakın Kur'an'da cehennemle görevli on dokuz melekten bahsediliyor. Ardından bu sayıyı bir imtihan için yaptık buyuruyor. Yani niye on dokuz, daha fazla veya daha az olmamıştır diye itiraz ve istifhamda bulunuyorlar mı bulunmuyorlar mı? (Bu konudaki Muddessir suresinin 30-31-32. âyetlerin meallerine bakın.)

  

Soru 12: Bütün alemin yaradılışı altı gün sürmüş; neden beş veya yedi gün değil?

Cevap: Aziz kardeşim, evvela birazdan da açıklayacağımız üzere buradaki "gün"den maksat devre ve aşamadır. Bizim bildiğimiz 24 saatlik zaman dilimi değil. Neden altı aşamada yatıldığına gelince, çünkü yaratılış bu altı aşamayla tekmil edilmiş ve tamamlanmıştır.  İsterseniz bu konuyu biraz detaylı olarak ele alalım. Bu vesileyle mesele daha geniş ve detaylı bir şekilde izah edilmiş olur ve yanı sıra belki akla gelen bazı diğer soru ve sorunlar da cevabını bulur.

Bu konu, Kur'ân'ın birkaç suresinde tekrar edilmiş, bir surede ise detaylarına da inilerek izah edilmiştir.

Örneğin A'raf suresinde şöyle buyuruyor:

"Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arşa (varlık alemine) istiva eden (onu idare ve tedbire koyulan) Allah'tır…" (A'raf, 54) Yani hem alemi yaratan, hem de onu daima tedbir edip yöneten O'dur.

Aynı konu benzer tabirlerle şu surelerde de tekrar edilmiştir: Yunus, 3, Hud, 7, Furkan, 59, Secde, 4, Kâf, 38, Hadîd, 4.

Elbette bu ayetlerdeki günden maksat, bizim bildiğimiz 24 saatlik zaman dilimi değildir. Zira bu "gün" güneşin ve yerin hareketleriyle belirlenen zaman miktarıdır. Halbuki o zaman daha yer ve güneş diye bir şey yoktu. Daha yeni yaratılmaktaydı. Arapça lügat kitaplarına bakılırsa, "Yevm" kelimesi hem bugün bizim bildiğimiz güne denir, hem de mutlak zaman ve devreye denir. Peki o zaman ayetteki günden maksat nedir? Ayetteki günden maksat, devre ve aşamadır aziz kardeşim. Yani Allah-u Teala varlıkları altı aşamada yaratmıştır. Ki belki her aşama arasında binlerce yılı kapsayan uzun bir devre geçmiştir. Bu devreleri biraz tafsil ile birlikte, Fussilet suresinde şöyle açıklamaktadır:

*"(Ey Resulüm) deki: "Gerçekten siz yeri iki günde yaratana (karşı) küfre mi sapıyor ve O'na bir takım eşler mi kılıyorsunuz? O alemlerin Rabbidir.

*O (yerde), onun üstünde sarsılmaz dağlar var etti. Onda bereketler yarattı ve isteyip-arayanlar için eşit olmak üzere oradaki rızkları dört günde takdir etti.

*Sonra kendisi duman halinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: "İsteyerek veya istemeyerek gelin." İkisi de: "İsteyerek, (itaat ederek) geldik" dediler.

*Böylece onları iki günde (aşama ve devrede) yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan bilen Allah'ın takdiridir." (Fussilet, 9-10-11-12)

Şimdi bu ayetler hakkında bazı nükteleri açıklamamız gerekir:

a) Önceden de değindiğimiz gibi bu ayetlerdeki günden maksat, devre ve merhaledir; şu anda bizim bildiğimiz gün değil.

b) Bu ayetlerde geçen günleri zahirine göre hesaplarsak, bütün alemin yaratılışı sanki sekiz günde (aşamada) tamamlanmış gibi gözüküyor. İki günde yeryüzü, dört günde yeryüzünde dağların bereket ve rızk vesilelerinin yaratılışı, iki günde ise göklerin yedi kat olarak yaratılışı; toplam sekiz gün ediyor. Oysa diğer ayetlerde bütün alemin toplam altı günde yaratılışı beyan edilmişti. Zahiri görünüşte çelişki gibi gözüken bu konunun doğru açıklaması şudur ki, göklerin yaratılışı için zikredilen iki gün rızk imkanlarının yaratılışı için zikredilen dört günün içine dahildir. Yani yeryüzünde dağların ve rızk imkanlarının yaratılışıyla eş zamanlı olarak Allah-u Teala yedi kat göğü de yaratmıştır. Dolayısıyla hiçbir çelişki söz konusu değildir.

c) 11. ayette Allah-u Teala'nın yer ve göklerle konuşmasından maksat sözlü bir konuşma değil, Allah'ın yaratılış için iradesi ve tekvinî emridir. Yerin ve göğün cevabı ise tekvini bir cevaptır. Yani onda bulunan maddeler tekvini olarak Allah'a teslim idiler ve istenilen her şekle ve yaratılış biçimine giriyorlardı. 

d) 12. ayette "Ve her bir göğe emrini vahyetti" cümlesinde maksat, Allah-u Teala'nın gökleri yarattıktan sonra her gökte görevli kıldığı meleklere görevlerini ve ne yapmaları gerektiğini vahy edip öğretmesidir.  

 

Soru 13: Yedi kat alem neden yaratılmış bir kat yetmiyor muydu?

Cevap: Muhterem kardeşim, yedi kat alem diye bir şey biz bilmiyoruz. Eğer maksadın yedi kat gökler ise bunun cevabını zaten yukarıda vermiştik. Eğer başka bir şeyi kastediyorsanız açıklayın.